Nevres Taştan
İşadamı
Kurban Yılmaz beyi 35 yıldan daha ziyade tanırız.. Yani ergen çağ ve gençlik yıllarımızdaki, sevdiğimiz, saydığımız, Bayburt’ta ve daha ziyade O, Ankara’da Hukuk okurken bizim de, dershaneye gittiğimiz dönemlerde kendisi ile yaşadığımız güzel anılarımız ve hatıralarımız olan ağabeyimizdir.
Kısaca dostlar, Kurban Yılmaz beyin özgeçmişi şöyle: 1955 yılında eski adı aşağı Hınzeverek olan Taşkesen köyünde dünyaya geldi.. Annesi Gül Paşa hanım, Babası Eğitmen Hamdi efendinin 2 numaralı mahdumu Ağabeyi, bu köyümüzün uzun yıllar muhtarlığını yapmış Şahin Yılmaz beydir.. Eğitim hayatı kısaca, ilk, orta ve liseyi memlekette ikmal ile yüksek eğitimini Ankara Hukuk Fakültesinde yapmış olup, 1980 yılında vatani görevini Yedek Subay olarak Çanakkale de yapıp müteakiben İstanbul da mesleği olan Avukatlığı 22 yıl, bundan sonra da Muğla ili Bodrum ilçesinde devam ettirmiş halen burada ikamet etmektedir.
Kurban bey asilzade ve köklü bir aileye mensup olup, bu şuur ve düstur ile hayatına yön veren bir değerdir dostlarım.
Çelebi, hanedan, nüktedan, insanlar hakkında hiçbir önyargı taşımayan, güler ve güleç yüzlü; nezaketiyle, zarafetiyle ve duruşu ile samimi bir Bayburt beyefendisidir. Güzel ve seçkin giyim kuşam sahibi olup, oldukça yakışıklıdır. En belirgin özelliği vefalı ve kadirşinas bir insan olmasıdır..
Yukarıda yazdığımız ve esasen her insanda olması gereken fakat maatteessüf son zamanlarda bu özellikleri taşıyan insanların adeta saf dışı edildiği, bir nev’i horlandığı bir iklimde değerli dostlar Kurban bey inatla bu karakteristik yapısını muhafaza etmeye yoğun bir çaba sarf ettiğini söylememiz gerekir.
Çok duygusal biri olduğunu yakinen biliyoruz..
Telefon ile muhabbetimiz de; “Sevgili Faruk, sormuş olduğun künye bilgilerim ve hayat çizgisinin ana hatları budur. İçindeki detayları ne sen sor ne ben söyleyeyim. Dolu mu dolu... Yanık mı yanık...
Geniş bir zamanda ben anlatırım sen dinlersin nasip olursa. Son cümlem şu olabilirdi anlatsaydım; Keşke çocuk kalsaydık Faruk...” dedikten sonra, bizimde aşina olduğumuz Cahit Sıtkı’nın şu dizelerini aktardı:
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Esasen dörtlükte sözü edilen:
” Nerde o günler, o şevk, o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim;” den muradın;
eskiye (mazi) ait, yani yaşanmış ve bu güne, takvim yapraklarının bir artığı gibi düşen: dün somut (var) olan, bu gün de maalesef soyut (yok sayılan) addedilen temel değerlerin heba oluşundan muzdarip olduğu ve onun derununda ne denli bir boşluk bıraktığını: “yalandır kaygısız olduğum yalan!”, “ne sen sor, ne ben söyleyeyim!” diye de geçmişten geleceğe kalıcı ve güzel, reel izdüşümünü; tasalarını, kaygılarını haykırıyor.
Yoksa Kurban ağabeyimiz hala güler ve güleç yüzlü, onun bundan şahsi bir sıkıntısı yok..
Bayburt kültürel hayatının maşerine kayıtlı, özellikle lise yıllarlından itibaren Lise Kültür faaliyetlerinin, Bayburt Folklor Derneğinin ve diğer sosyal aktivitelerin vazgeçilmez nazenin baş bağlamacısıdır. Hayat şartlarından kaynaklansa gerek eğer hastalık derecesinde aşina olduğu ve gerçekten çok güzel çaldığı bağlamaya devam etseydi bu gün ülke genelinde tanınan bir bağlama virtiözü olması kaçınılmazdı diye düşünüyorum.
Kadimden bu güne kadar Bayburt kültür değerlerine, tabiat varlıkları ve bunların yaşaması, yaşatılması hususunda elinden gelen yardımı esirgemez, üzerine düşen her görevi yapmaya namzet bir kültür adamıdır.
Uzun yıllardan beri görüşemedik, fakat değerli dostlar bu uzun yıllardan beri görüşemediğimiz ağabeyimizle garip bir tezahürü burada açıklamak istiyorum, neredeyse 25 yıldır görüşmediğim Kurban beyle yıllar sonra telefonda görüşmemizde sanki daha bir hafta evvel görüşmüş gibi; “nerede kalmıştık” aşinalığı ile hiç sıkıntı veya prosedür hissetmeden gayet net ve anlaşılır bir diyaloğ tesis oldu..
Yani ahbap çavuş diyaloğu değil, gerçekten sevginin paylaşılarak elde edilen güzel huy sahibi olmanın samimiyet tezahürü.. Bilmem ne anlatmak istediğimi anlamışsınızdır. İşte bu, lokal bir zenginliğin, ortak paydaların oluşturduğu bir zemin ve kültür derinliğinin ifadesi olsa gerek. Hani halk içindeki tabiri ile “biz kırk kardeşiz, kırkımızda birbirimizi biliriz” in bir tezahürü
Yani birbirini tanıyan, etüd eden, yadsımayan, dışlamayan, unutmayan; vefa ve kadirşinas duyguların tavan yaptığı kültürel, duygusal bağın yıllar sonra dahi olsa ne kadar kuvvetli bir temel ile tesis edildiğinin kanıtı. Şimdiki gibi sağırlar diyalogu ile iletişim çağının zirvesinde duygusallığın dip yaptığı atmosferde değil gayet natürel ve doğal inkişafların mantığı ve gerçekliğinde elde edilen bir güzel kazanımların cem’i de denilebilir.
Kurban Yılmaz ağabeyimiz, bir eğitimci aileden; yani mütevazı bir Anadolu insanı. Ama kalıtımsal olsa gerek; kendini ifade için ne sıkıntılar ne çaresizlikler içinde bu günkü içtimai ve sosyal kazanımlarını elde etti, gençliği çalkantılar ve maceralar içinde cereyan ile hayatını bileğinin, yüreğinin ve beyninin gücü ile kazanmasını bildi ve çevresinde sevilen, sayılan ve beşeri meziyetleri ile vazgeçilmeyen bir dostlar meclisi oluşturabildi.. Sevenlerinin ve dostlarının çok olduğunu biliyoruz.. Yüzü gibi yüreği de su gibi berrak bir hemşeriden bahsediyorum dostlarım.
Hülasa şu dostlar, haksızlığa ve hadsizliğe tahammülü yok, kırmızı çizgileri net ve berrak, temsil yeteneği ve kabiliyeti zirvede adam gibi adamdır Avukat Kurban Yılmaz ağabeyimiz. Buradan bu güzel hemşerimize ahir ömründe sağlık, sıhhat, afiyet ve huzur dileklerimiz gönderiyoruz..
0 0